Medeni Hukuk - Borçlar Hukuku Soru Ve Cevapları

Hacı Kara
Mar 2020

MEDENİ HUKUK VE BORÇLAR HUKUKU SORU VE CAVAPLARI

 

  1. Hak nedir?

Hakla ilgili görüşler: "Hakkın varlığı, bir şeyi yapmak, bir şeye sahip olmak gücüne sahip bulunan veya bu konuda seçimlik yetkiye sahip süjenin varlığına bağlıdır" (Hugo GROTIUS).

"Hak, hukuk düzeninin bireye tanığı bir irade gücü ve irade hakimiyetidir. Eğer kişi iradesini başkasına karşı ileri sürebiliyorsa ve bunu kabul ettirebiliyorsa; hukuk düzeni de bu durumu destekliyorsa, o kişi hak sahibidir” (Bernhard WINDSCHEID).

“Hakkın özü menfaattir. Hak, hukukça korunan menfaattir. Bu menfaat hem maddi hem de manevi menfaatleri içerir. Menfaat, hak sahibine, bir talepte bulunmak, dava açmak yetkisi tanır” (Rudolf Von JHERING).

"Hukuken korunan menfaat, iradenin içeriğidir." "Korunan aslında menfaat değil de iradedir. Sübjektif hak, insana irade kudreti tanınması yoluyla korunan çıkardır. Hak, kişinin, hukuk düzenince talep yetkisine sahip bulunduğu menfaattir" (Georg JELLINEK).

“Hak, zarar verici davranışa karşı yaptırım öngören normdur. Bireyin yetkisi, normun öngördüğü yaptırımın uygulanmasından ibarettir. Normun kişiye verdiği şey, hak değil de (menfaate yönelik irade gücü değil de), menfaatin korunmasını isteme yetkisidir. (KELSEN).

  1. Hukuki olay nedir? 

Hukuki olaylar, doğa olaylarından (ölüm, deprem, sel vs.) ya da insan davranışlarından kaynaklanan olaylardır (öldürme, yaralama, çalma).

  1. Hukuki fiil nedir?

İnsan iradesinden veya hareketinden meydana gelen hukuki olaylardır.

  1. Hukuki işlem nedir?

Hukuki sonuç doğurmaya yönelmiş irade açıklaması veya açıklamalarıdır.

  1. İhtar nasıl bir işlemdir? Hukuki işlem midir?

İhtar hukuki işlem benzeri bir fiildir. İhtarın amacı borçlunun borcunu ödemesine yöneliktir. Ancak borçlunun temerrüde düşmesi şeklinde bir hukuki sonuç kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Örneğin, muaccel bir borcun borçlusunun alacaklının ihtarıyla temerrüde düşeceğini düzenleyen TBK m.117 hükmü. 

  1. İsimsiz sözleşmeler hakkında bilgi veriniz.

Birtakım sözleşmeler ya Borçlar Kanunu'nun Özel Borç İlişkileri Bölümünde ya da özel bir kanun tarafından düzenlenmiştir. Bunlara isimli sözleşmeler (Les contratst nommés, die Nominatverträge) denir. Birtakım sözleşmeler ise ne Borçlar Kanunu'nun Özel Borç İlişkileri bölümünde ne de özel bir kanun tarafından düzenlenmemiş bulunan sözleşmelerdir. Fakat taraflar TBK m. 26 (eBK. m. 19)'da[1] ifade edilen sözleşme özgürlüğü çerçevesinde özgür iradeleri ile bu tip sözleşmesel ilişkiler kurarak, kanunda düzenlenmemiş sözleşme tipleri yaratabilmektedirler. İşte kanun koyucu tarafından değil de, tarafların iradeleri ile yaratılan bu sözleşmelere isimsiz sözleşmeler (Les contratst innommés, die Innominatverträge) denilmektedir (Factoring, franschaising, pansiyon sözleşmesi gibi).

 

Bazı sözleşmeler ise kanunda doğrudan veya dolaylı adlandınldıkları halde kanun koyucu tarafından ayrı bir sözleşme olarak düzenlenmemişlerdir. Örneğin, vasiyeti tenfiz memuru sözleşmesi (MK. m. 497), şerh sözleşmesi (MK. m. 919), irtifak sözleşmesi (MK. m. 705) ön sözleşme (TBK. m. 22). Bu sözleşmeler kanunda isim verilerek anılmış olmalarına rağmen, sınıflandırma kriteri olarak kanunun birtakım kurallarla bunları düzenlemiş olması gereğinden yola çıkıldığında, bunların da isimsiz sözleşmeler oldukları kabul edilmektedir.

İsimsiz sözleşmelerin geçerliliğinin hukuki sebepleri nelerdir? Bu sorunun cevabı özel hukukun ve Borçlar Hukukunun temel prensiplerinden çıkar. Bu alanda en temel prensip irade özgürlüğüdür. İrade özgürlüğünün sonucu olan hukuki işlem serbestisi ve bunun içine dahil olan sözleşme serbestisine dayanarak yeni oluşumlar oluşturulabilmektedir[2].

  1. İsimli sözleşmelerde var olan birtakım sınırlamalardan kurtulmak için sözleşme özgürlüğü çerçevesinde isimsiz sözleşme oluşturulabilir mi?

Kanunun koyduğu emredici şekil kurallarından kaçmak için başka bir sözleşmenin yapılması "kanuna karşı hile" teşkil ettiğinden bunun hukuki yaptırımı olan geçersizlikle karşılaşacaktır. Bir diğer sorun da iyi niyet kurallarına aykırı olarak kanunda düzenlenmiş bir sözleşme yerine başka bir hukuki yapı altında sözleşme yapmak ve böylece kanunda getirilmiş olan bazı sınırlamalardan kurtulmaktır. Örneğin, bir hizmet sözleşmesindeki süre sınırını aşmak için hizmet sözleşmesi yerine başka bir sözleşme (örneğin, pansiyon sözleşmesi ile birlikte bir hizmet sözleşmesi) yapmak gibi. Burada kanunca yasaklanan veya geçersiz addedildiği bildirilen bir sözleş­ menin yerine başka bir sözleşmenin yapılması kanunun yasakladığı sonuca baş­ka şekilde ulaşma anlamını taşıdığından geçersiz addedilmesi normaldir. Bunun taraflarca bilinçli yapılıp yapılmamasının geçersizlik açısından önemi bulunmamaktadır[3].

  1. İsimsiz sözleşmelerde, uyuşmazlık halinde hangi hükümler uygulanacaktır?
  • İsimsiz sözleşmeler için eksik olan isimli sözleşmelerdeki özel hükümlerdir. Bu nedenle, TBK.'daki genel hükümler isimsiz sözleşmelere de uygulanacaktır. Bunun dışında aşağıdaki teoriler çerçevesinde hükümler tespit olunacaktır.
  • Soğurma (imtisas) Teorisi (sözleşmenin bütününe uygulanacak olan hükümler sözleşme içindeki en önemli unsura ait sözleşmeyle ilgili kurallardır).
  • Birleşme Teorisi (Bu teori karma sözleşmedeki her sözleşme tipine ait unsura ait olduğu sözleşmenin hükümlerini uygulamakta ve buna uygun hukuki sonuçların doğmasını savunmaktadır).
  • Kıyas Yolu ile Hukuk Uygulaması Teorisi (Bu teori karma sözleşmenin çeşitli sözleşmelerdeki unsurların bir toplamı değil, aksine organize edilmiş bir bütünü olduğunu savunmaktadır).
  • Yaratma Teorisi (Bu teoriye göre karma sözleşmeye hiç bir şekilde sözleşme tipine ait kurallar uygulanmayacak, eğer uygulanabilecek bir örf ve adet hukuku yoksa TMK m. 1 uyarınca hakim tarafından yaratılan hukuk uygulanacaktır)[4].

 

  1. İsimsiz Sözleşme türleri nelerdir?

İsimsiz sözleşmeler:

  • Karma sözleşmeler,
  • Sui generis sözleşmeler ve
  • Bileşik sözleşmeler

olarak üçe ayrılmaktadır.

 

I. Karma sözleşmeler (contrats mixtes, gemischte vertrage): Kanunun çeşitli sözleşme tiplerinde öngördüğü unsurların kanunun öngörmediği tarzda bir araya gelmesi ile oluşan sözleşme tipleridir. Kanunda düzenlenmiş olan sözleşmelere ait unsurlarla, kanununda düzenlenmemiş sözleşmelerin karma sözleşmelere konu olabileceği doktrinde kabul edilmektedir. 

 

II. Sui generis sözleşmeler (contrats de nature propre, Vertrage eigener Art): Bu sözleşmeler, herhangi bir kanuni düzenlemeye konu olmamış sözleşmelerdir. Bu sözleşmedeki boşluklar tarafların farazi iradeleri araştırılarak doldurulur.

 

III. Bileşik (mürekkep) sözleşmeler (Contrats complex, Vertragskoppelun¬ gen-Vertragsverbindungen): Karma sözleşmelerden farklı olarak bağımsızlıklarını koruyan fakat geçerlilikleri ve varlıkları birbirlerine bağlı olan sözleşmelerin bir araya gelmesi şeklinde kurulan sözleşme birlikleridir. Burada sözleşmelerden her birinin bağımsızlığına halel gelmediği için kendi hukuki normlarına tabi olurlar. Somut bir durumda birlikte bulunan bir sözleşmenin mi, yoksa karma bir sözleşmenin mi bulunduğuna tarafların iradeleri güven ilkesine göre araştırılarak karar verilecektir[5].

 

  1.  Kredi mektubu ve kredi emri nedir?

Kredi mektubu ve Kredi emrini düzenleyen 515 ile 519. maddeleri TBK’nın kredi mektubu ve kredi emri hakkındaki ilgili maddelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklar da, mutlak ticari davayı oluşturur. Kredi mektubu ilişkisinde üç kişi vardır. 515. maddede ifade edildiği üzere; “Kredi mektubu, mektup gönderenin gönderilene bir üst sınır belirleyerek veya belirlemeksizin, kredi mektubundan yararlanacak belirli kişiye istemde bulunacağı miktarda para ve benzeri şeyleri verme konusundaki vekâletini içeren belgedir. Kredi mektubu, vekâlet sözleşmesi ve havale hükümlerine tabidir”. Kişiler (mektup gönderen ve mektup gönderilen) arasındaki vekalet ilişkisinden dolayıdır ki; bu ilişki mektup gönderilenin mektubu gönderenin icabını kabul etmesiyle kurulur ancak bununla birlikte muhatap (mektup gönderilen) ile hamil (mektuptan yararlanacak kişi) arasında hemen bir ilişki doğmayıp, bu ilişkinin muhatabın itibar mektubunu kabul ederek mektuptan yararlanacak kimseye belirli bir miktar parayı ödemeyi taahhüt ettiği andan itibaren kurulmuş sayılır.

Kredi emrinde ise TBK’nın 516. maddesinde “Bir kimse kendi adına ve hesabına kredi emri verenin sorumluluğu altında bir üçüncü kişiye kredi açmak veya krediyi yenilemek için emir almış ve kabul etmişse, kredi emri verilen vekâletini asmadıkça emri veren, kredi borcundan kefil gibi sorumlu olur. Ancak, kredi emri yazılı olmadıkça emri veren sorumlu olmaz”. ibaresi yer almaktadır. Kefalet sözleşmesinde, bu sözleşmenin yazılı yapılması ve ayrıca sözleşmede kefilin sorumlu olacağı miktarın gösterilmesi gerekirken, kredi emrinde ise, kredi emri verenin kefil olarak sorumluluğunun ortaya çıkması için, ayrıca sorumluluk miktarının gösterilmiş olmasının gerekmediği ifade edilmiştir.

  1.  İbra ne demektir; şekle tabi midir? Genel kurulun ibra kararı nasıl bir işlemdir?

İbraname genel anlamıyla bir borcun tümünü ya da bir kısmını ifa edilmeden ortadan kaldıran bir sözleşme olup; borcun sükûtuna yol açmaktadır. İbranameye borçtan kurtarma sözleşmesi de denilmektedir. Borçlunun, kabulünün her halükarda açık olması da gerekli olmayıp, örtülü (zımni) bir kabul de, sözleşmenin varlığı için yeterlidir. Hukuki niteliği itibariyle ibraname, alacaklı ile borçlunun aralarında anlaşması sonucu bir tasarruf işlemi olarak alacaklının borçluyu; iş hukuku alanında da özellikle işçi tarafından işverenin borçtan kurtarılmasıyla ilgili bir sözleşmedir.

eBK’dan farklı olarak, ibra sözleşmesi borçların ve borç ilişkisinin sona erme sebepleri arasında TBK’nın 132. maddesinde düzenlenmiş olup ilgili hükme göre: “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir”. Öte yandan, ibraya ilişkin yeni bir hüküm olan TBK’nın 420. maddesi hizmet sözleşmelerine de uygulanacaktır.

Anonim Şirketler bakımından ibra, tüzel kişinin yetkili organının (Genel Kurul), sorumlu organın (Yönetim Kurulu) üyelerine karşı karar şeklindeki bir irade açıklamasıdır. Genel Kurul bu kararı ile Yönetim Kurulu üyelerinin söz konusu dönemdeki işlemlerini hukuka ve ortaklık açısından işin gereğine uygun bulduğunu beyan etmektedir. Genel Kurul ibra kararıyla Yönetim Kurulu üyelerine karşı bir yandan güven beyanında bulunmakta, diğer yandan onları ilgili dönemdeki faaliyetleri sebebi ile sorumlu tutmayacağını açıklamaktadır. Anonim Şirketler hukukunda ibranın hukuki niteliğinin menfi borç ikrarı olduğu ve sorumluluğu sona erdiren tek taraflı irade açıklaması ile yenilik doğurucu hüküm ve sonuçlarının meydana geldiği, doktrin ve uygulamada oybirliğiyle kabul edilen bir esastır.

  1. Kefalette eşin izni, aval ile bu dolanılamaz mı? TBK m. 584/III lafzındaki mantık hatası nedir?

TBK m. 584’te düzenlenen eşin rızasına ilişkin hükümlerin uygulanması kaçınılmaz görünmektedir. Eğer TBK m. 583’te düzenlenen kefaletin şekline ilişkin hükümlerin avale de uygulanacağı kabul edilirse bunun sonuçları şu şekilde olacaktır:

  • Avalin şekline ilişkin yapılacak değerlendirmede öncelikle bir kambiyo taahhüdü olması nedeniyle avalin TTK m. 701’de özel olarak düzenlenen geçerlilik şartlarına değinmek gerekir. Buna göre aval şerhi, kambiyo senedi veya alonj üzerine verilir (TTK m. 701/1). Kambiyo senedi ya da alonjun üzeri “aval içindir” veya bununla eş anlamlı başka bir ibare yazılarak aval veren tarafından imzalanır (TTK m. 701/2). Muhatabın veya düzenleyenin imzaları hariç, kambiyo senedi yüzüne atılan her imza aval şerhi sayılır (TTK m. 701/3). Kimin için verildiği belirtilmemişse aval, düzenleyici için verilmiş sayılır (TTK m. 701/4).
  • Aval şerhi “aval içindir” veya bununla eş anlamlı başka bir ibare yazılarak verildiğinden kefalete ilişkin yazılılık unsuru gerçekleşmiş olur. Aval poliçe, çek ve bono bedelinin kısmen ya da tamamen ödenmesi konusunda güvence vermek amacıyla verildiğinden, avalistin kambiyo senedi üzerinde yazan tutarın tamamından mı yoksa bir kısmından mı sorumlu olmayı taahhüt ettiğini yazması mümkündür. Avalin şekline ilişkin TTK m. 700/1hükmü ile kefaletin şekline ilişkin (TBK m. 583/1 ve 2) hükümler arasında azami sorumluluk tutarının belirlenmesine bakımından çelişki yaratacak bir durum yoktur.
  • Kefaletin şekline ilişkin hükümlerin kambiyo senetlerine verilecek aval bakımından getirdiği ilk unsur aval tarihidir. Aval, keşide ve tanzim tarihinden sonra verilebileceğinden, avalistin aval şerhi verdiği tarihi poliçe, bono veya çeke veya bunların alonjuna, el yazısıyla yazması bir geçerlilik şartıdır.
  • Aval verenin sorumluluğu, aval verilenin sorumluluğu ile aynı yani müteselsil olduğundan, avalde, kefalette olduğu gibi müteselsil sorumluğun veya bu anlama gelecek başka bir ifadenin el yazısıyla aval şerhine eklenmesine gerek yoktur. Aval şerhinin temsilci tarafından verilmesi de aynı geçerlilik şekline tabidir (TBK m. 583/2). Eğer aval şerhinde verilen kambiyo taahhüdünde belirtilen tutar artırılmak istenirse, eski tutarın çizilerek, yeni tutarın ve yeni aval tarihinin yazılması ve aval veren tarafından imzalanması gerekir (TBK m. 583/3).
  1. Tacirler arasında genel işlem şartlarının denetimi mümkün müdür?

Genel işlem koşulları Borçlar Kanunu’nda tanımlanmıştır. Buna göre, genel işlem koşulları, bir sözleşme yapılırken düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanmak amacıyla, önceden, tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleridir (BK m. 20/1).

Her iki tarafın, üçüncü bir kişinin hazırladığı kurallar bütününü serbest iradeleriyle anlaşarak kabul etmeleri hâlinde, genel işlem koşulunun varlığını iddia etmek mümkün olsa da, sözleşmenin gene işlem koşullarına ilişkin hükümlere göre denetlenmesi (müdahale edilmesi) kural olarak mümkün olmayacaktır. Bu sonuca varmak, özellikle tarafların tacir olduğu hâllerde çok daha kolaydır. Hâkim, sözleşmenin niteliği ve işin özelliği ölçütleri bakımından sözleşmeyi değerlendirirken, her iki tarafı tacir olan sözleşmelerde ticaret hukukunun ilkelerini de dikkate alacaktır. Bu sebeple, her ne kadar, Borçlar Kanunu’ndaki genel işlem koşullarına ilişkin hükümlerde tacir ve tüketici ayırımı yoksa da, uygulamada bu ayırımın oluşacağı kuşkusuzdur.

  1. Türk Medeni Kanununa göre tapu sicilinin aleniyeti hakkında bilgi veriniz.

       TMK m. 1020’ye göre tapu sicili herkese açıktır. İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir. TMK’ya göre kamuya açıklık prensibi, rastgele her kişinin tapu sicilini incelemesi anlamını taşımamaktadır. İlgisinin olduğunu inanılır kılan her kişi, kamuya açıklık prensibine dayanarak tapu sicilinde inceleme yapabilir. Hukuki, bilimsel, ekonomik, ailevi ve şahsi bir ilgi olabilir. Hukuken korunmaya layık bir ilgi olmalıdır.

  1. TBK’da tekel niteliğinde tacir yardımcısı olarak düzenlenen kim?

Pazarlamacı.

  1. Pey akçesinin (bağlanma parası) hukuki niteliği? Bozucu mu taliki şart mı?

Bir sözleşmenin yapılmasını müteakip taraflardan birinin diğerine bir miktar para ödemesi, yaygın bir uygulamadır. Yapılan ödeme; ya asıl borca mahsup edilmek üzere yapılmış bir kısmi ifa niteliği taşıyabilir ya da taraflar arasında sözleşmenin akdedildiğinin bir kanıtı olabilir. Yeni BK’ya göre kısmi ifa ile bağlanma parası aynı hukuki sonuçları doğurmaktadır. Yapılan ödeme, bunu yapan kişi sözleşmeden caydığı takdirde diğer taraf lehine bir cayma parası (pişmanlık akçesi) niteliğini taşır.

Bir sözleşme yapılırken, taraflardan birinin öbür tarafa, sözleşmenin yapıldığına kanıt olmak üzere, verdiği bir miktar para veya başka bir taşınır maldır. Pey akçesine "kapora" da denir. Pey akçesi bir cayma parası değildir, sözleşmenin kanıtı sayılır. Tersine bir uygulama veya sözleşme yoksa, pey akçesi borca sayılmaz, onu almış olana kalır. Ancak Türkiye’deki uygulama buna aykırıdır. Pey akçesi onu verenin borcuna mahsup edilir. Örneğin kira sözleşmesi yapılınca kiracı daha ev taşınmadan ev sahibine bir miktar para (pey akçesi) verir. Ev sahibi de bunu adet olduğu üzere, ilerde doğacak kira borcuna sayar. Yapılan sözleşme, taraflardan hiçbirisinin kusuru olmaksızın yerine getirilememişse, verilen pey akçesi yanmaz, geri verilmesi gerekir. Haklı bir neden bulunmaksızın sözleşme yerine getirilememişse durum şöyle olur: Eğer pey akçesi zaten borçlara sayılmayacak idiyse, geri verilmez aksi durumda pey akçesi alanın uğradığı zarar pey akçesi tutarından indirilir ve kalan kısım ifade edilir.

 

  1. Cayma Parası (Zamanı Rücu) nedir?

Ödemede bulunanın sözleşmeden cayması halinde diğer tarafın alıkoyma hakkına sahip olduğu bir ödemedir. Cayma parası kararlaştırılmışsa BK m. 178’e göre taraflardan her biri sözleşmeden caymaya yetkili sayılır, bu durumda parayı veren cayarsa verdiğini bırakır, almış olan cayarsa aldığının iki katını geri verir.

  1. Joint venture nedir?

Kısaca "ortak girişim" olarak tanımlayabiliriz. İki ya da daha fazla tüzel kişinin bir araya gelerek, kararlaştırdıkları belirli bir yatırım projesi için birlikte hareket etmek için oluşturdukları ortak işletme yapısına joint venture denir. Örneğin, iki firmanın değişik hisse oranlarıyla, kendi ülkelerinde ya da yabancı bir ülkede kurdukları "yeni bir firma" joint venture kapsamına girmektedir.

Joint venture´ın yapı itibariyle karıştırıldığı bazı yatırım projeleri vardır (iş ortaklığı ya da konsorsiyumlar gibi). Joint venture´ın konsorsiyum ya da iş ortaklığından en önemli farkı, tarafların bir proje için adi ortaklık gibi hareket etmemeleri, yeni bir şirket kurmalarıdır. Konsorsiyumda bir devamlılık söz konusu değildir, proje tamamlandığında taraflar ayrılır.

Joint venture ile başka ülkelerde ortak bulup, o ortak aracılığıyla başka piyasalara girmenin yolları kolaylaşmaktadır. Bu nedenle joint venture sistemini, yabancı bir ülkede yerel bir firmaya ortak olarak katılma, yerel firmanın hisse senetlerinin bir bölümünü satın alma ya da o yerel firmayla yeni bir firma kurma olarak değişik şekillerde de görebiliriz.

  1. Sorumsuzluk şartları ve sınırları hakkında bilgi veriniz.

TBK m. 115/3’e göre uzmanlığı gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak kanun ya da yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülebiliyorsa, borçlunun hafif kusurundan sorumlu olmayacağına ilişkin önceden yapılan anlaşma kesin olarak hükümsüzdür.

  1. Zilyetlik kavramını açıklayınız.

Zilyetlik kavramı, başlıca iki anlama gelmektedir.

Birinci anlamda, bir kimsenin eşya üzerindeki fiili hakimiyetini tanımlar.

İkinci anlamda, kanunun eşya üzerindeki fiili hakimiyete bağladığı hukuki sonuçları ifade eder. (Haluk Nami Nomer/Mehmet Serkan Ergüne, Eşya Hukuku, 3. B., İst. 2016, s. 3)

  1. Zilyetliği Tanımlayınız.

Zilyetlik kelime kökeni: Arapça: dī: sahip ve al-yadd: el sözcüklerinin bileşiği dī’l-yadd kelimesinden gelir.

Kanundaki tanımı: “Bir şey üzerinde fiili hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir (TMK m. 973/1)”. Doktrine göre fiili hâkimiyet, bir eşyadan doğrudan veya dolaylı olarak yararlanabilecek, onu kullanabilecek, dilediği yerde bulundurabilecek veya koruyabilecek durumda olma anlamına gelir. (Nomer/Ergüne, s. 2)

TMK’da malikin eşyayı, ayni yahut nispi bir hak tesis etmek amacıyla (kira, rehin, ödünç gibi bir sözleşme çerçevesinde) başkasına vermesi durumunda eşyayı hem veren hem de alan zilyet sayılmaktadır. Bu nedenle eşyanın, ilgili kimsenin etki alanı içerisinde bulunduğu genel anlayışa ve hayat tecrübelerine göre kabul edilebiliyorsa, zilyetlik için gerekli fiili hâkimiyetin eşya ile kişi arasında bulunduğu sonucuna varılır. (Nomer/Ergüne, s. 3)

 

  1. Zilyetliğin türleri nelerdir?
    1. Malik Sıfatıyla Zilyetlik-Başka sıfatla zilyetlik
    2. Asli zilyetlik-Fer’i zilyetlik (TMK m. 974)
    3. Dolaysız zilyetlik-Dolaylı zilyetlik (TMK m. 975)
    4. Hakka dayanan zilyetlik-Haksız zilyetlik
    5. Tek başına zilyetlik-Birlikte zilyetlik (Müşterek ya da elbirliğiyle zilyetlik)
    6. Eşya zilyetliği-Hak zilyetliği (TMK m. 973)
    7. İyiniyetli zilyetlik-Kötüniyetli zilyetlik
    8. Sicil Zilyetliği (TMK m. 992/1)

 

  1. TMK’da zilyetliğin düzenlenmesi hakkında bilgi veriniz.

TMK m. 985-991 arasındaki düzenlemeye göre:

  • Zilyedin, zilyetliğinde bulundurduğu taşınır üzerinde iddia etiği hakkın varlığı karine olarak kabul edilir (TMK m. 985, 986)
  • Hak sahibi olmayan zilyetten, iyiniyetle ayni hak kazanılması belirli şartlarla tamamen ya da kısmen korunmuştur (TMK m. 988-990)
  • Taşınır mülkiyetinin devri için, zilyetliğin devri gereklidir (TMK m. 763/1)
  • Taşınır üzerinde intifa hakkının kurulabilmesi için, zilyetliğin devri aranır (TMK m. 795/1)
  • Kanunla öngörülen istisnai haller dışında taşınırlar, ancak zilyetliğin alacaklıya devri suretiyle rehnedilir (TMK m. 939/1)
  • Taşınır mülkiyetinin sahiplenme (TMK m. 767) yoluyla elde edilmesi veya zamanaşımından (TMK m. 777) istifade ederek taşınır üzerinde mülkiyet veya sınırlı ayni hak kazanılması, kanunun öngördüğü şekilde zilyetliğin gerçekleşmesine bağlıdır. (Nomer/Ergüne, s. 2)

 

  1. Zilyetliğin devri yolları nelerdir?

Zilyetliğin gerek devren gerek tesisen kazanıldığı hâllerde, önceki zilyedin rızası bulunmalıdır. Her iki hâl için de önceki zilyedin rızası gerektiğinden bu iki durumu birlikte kapsamak üzere "zilyetliğin devri" ifadesi kullanılır.

Teslim, zilyetliğin devrine ilişkin temel yoldur. Teslim, zilyetliğin hem devren hem de tesisen kazanılmasında görülür. TMK’da zilyetliğin teslim yoluyla devredilmesine iki madde ayrılmıştır.

Temsilci temsil ettiği kişi için, yani başkası için zilyet durumundadır. Zilyetliğin temsil yoluyla kazanılması yasal temsil hâlleri için de geçerlidir. Böylece ayrım gücü bulunmayan bir kişi de yasal temsilcisi sayesinde zilyetliği kazanabilir.

  • “Kısa elden teslim”,
  • “hükmen teslim”,
  • “zilyetliğin havalesi yoluyla”,
  • “araçların teslimi” ve
  • “temsilciye teslim”

 

Kısa Elden Teslim

Eşya üzerinde zilyet kılınmak istenen kişi bu fiilî hâkimiyete zaten sahiptir. Hatta belki eşyanın çoktan beri zilyedidir. Bu durumda bu kişinin zilyetlik kazanmasından söz etmemiz bir çelişki gibi görünebilir; ama ortada bir çelişki yoktur. Çünkü eşya üzerinde fiilî hâkimiyete zaten sahip olan kişi, kısa elden teslim yoluyla gerçekleştiğini kabul ettiğimiz zilyetliğin devrinden önce belki sadece haksız zilyettir veya ferî zilyettir. O hâlde, kısa elden teslimde, eşya üzerinde zaten fiilî hâkimiyeti bulunan kişinin ya zilyet hâline getirilmesi ya da zilyetlik türünün değiştirilmesi konusunda zilyetliği devreden ile devralanın anlaşması yeterlidir.

Hükmen Teslim

Hükmen teslim hâllerinde, zilyetliği bu yolla kazanan kişi zilyet olurken, zilyetliği ona devreden kişinin zilyetliği ise sona ermez, sadece tür değiştirir. Bu yolla kazanılan zilyetlik her zaman dolaylı bir zilyetliktir, zilyetliği devredenin önceden sahip olduğu dolaysız zilyetlikte bir değişiklik olmamaktadır; ama bu kişi daha önce malik sıfatıyla zilyet iken şimdi ferî zilyet veya başkası için zilyet hâline gelmektedir. Taşınır zilyetliğinin devri çoğu zaman zilyetliği devralan kişiyi eşyanın maliki kılmak için yapılır. Hükmen teslim de bir çeşit zilyetlik devri olduğuna göre, bir kişiye taşınır mülkiyetini kazandırmak istiyorsak, o kişiye taşınırı hükmen teslim etmemiz de yeterlidir.

Zilyetlik Havalesi

Bir üçüncü kişi, özel bir hukuki ilişkiye dayanarak zilyet olmakta devam ederse zilyetlik, teslim gerçekleşmeksizin kazanılmış olur ve bu duruma zilyetlik havalesi denilir. Zilyetlik havalesi söz konusu olduğunda eşya üzerindeki dolaysız zilyetliği çoktan bir üçüncü kişiye vermiş olan dolaylı zilyet, kendisinde kalmış olan bu dolaylı zilyetliği devretmektedir. (örn. rehin hakkı sahibinin, kiracının veya vekilin doğrudan fiilî hâkimiyetindeyken, malikin, eşyanın mülkiyetini bir başka kişiye geçirmek istemesi halinde sözkonusu olur). Eşyanın dolaysız zilyedinin bu konuda rızası gerekmediği gibi, ona zilyetlik havalesi hakkında bilgi vermek, havale işleminin geçerli olması için gerekli değildir; ancak zilyetlik havalesi, dolaysız zilyet durumundaki üçüncü kişiye karşı, durumun devreden tarafından kendisine bildirildiği andan başlayarak hüküm doğurur.

Emtiayı Temsil Eden Senetlerin Teslimi

Türk Medeni Kanunu'nun 980. maddesinde zilyetlik havalesinin özel bir türü de düzenlenmektedir. Bu tür zilyetlik havalesinin konusunu sadece emtia, yani ticari mallar oluşturabilir. Taşıması için taşıyıcıya emtia verildiğinde, taşıyıcı tarafından taşıma senedi veya konişmento adı verilen bir belge düzenlenerek emtiayı teslim eden kişiye verilir. Emtiasını taşıyıcıya veya umumi mağaza sahibine teslim etmiş olan kişi artık kendi eşyasının sadece dolaylı zilyedi olur. Taşıyıcı veya umumi mağaza sahibi ise emtianın dolaysız zilyedidir. Emtianın dolaylı zilyedi olan kişi elindeki bu belgeyi bir başkasına teslim ederek, emtianın dolaylı zilyetliğini de o kişiye geçirmiş olur. Emtianın dolaysız zilyedi durumundaki kişi, emtiayı malikinden veya yetkili temsilcisinden almışsa emin sıfatıyla zilyettir. Eğer bu kişi, emtiayı, emtiayı temsil eden senedi elinde bulunduran kişiye değil de bir başka kişiye teslim edecek olursa, bu durum senedi elinde bulunduran kişinin zararına sonuç doğurur. Çünkü emtiayı teslim alan kişi, taşıyıcı veya umumi mağaza sahibini emtianın maliki zannetmekte haklıysa, iyi niyeti korunacaktır.

 

  1.  
  2. Sınırlı Ayni haklar hakkında bilgi verinir.

SINIRLI AYNİ HAKLAR:

Mülkiyet hakkının aksine bir kısım ayni haklar sahibine tam ve sınırsız yetkiler vermez. Bu tür ayni haklara sınırlı ayni haklar denilmektedir.

Mülkiyet hakkının bünyesinde barındırdığı kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkilerinden sadece bir kısmını hak sahibine tanır.

Sınırlı ayni haklar (TMK m.779 vd.’da), hak sahibine tanıdıkları yetkinin niteliğine göre:

  • İrtifak hakları,
  • Taşınmaz yükü ve
  • Rehin hakları

olmak üzere üç gruba ayrılır.

İrtifak hakları, başkasına ait (başkasının mülkiyetinde olan) bir eşyayı kullanma veya ondan yararlanma yetkisini veren ayni haklardır. İrtifak hakları bir başka kişinin para ile ölçülebilen hak ve borçlarının bütününü ifade eden malvarlığı (mamelek) üzerindeki bir yükümü ifade eder.

Bir eşyanın maliki, bu eşyası üzerinde bir irtifak hakkının tesis edilmiş olması halinde, sahip olduğu mülkiyet hakkının kendisine bahşetmiş olduğu yetkilerden bazılarının irtifak hakkı sahibi tarafından kullanılmasına katlanmak yahut bu hakları kullanmaktan sakınmak mecburiyetinde kalır. Böyle bir durumda malikin üzerinde genellikle tasarrufta bulunabilme yetkisini içeren çıplak mülkiyet kalır.

İrtifak hakları kendi aralarında ayni irtifak hakları, şahsi irtifak hakları ve karma irtifak hakları olmak üzere üçe ayrılır. Ayni irtifak hakları, genellikle iki taşınmazdan birinin diğeri üzerinde haiz olduğu hak şeklinde ortaya çıkar. Hak sahibi olan taşınmaza hakim taşınmaz, üzerine külfet yüklenmiş taşınmaza da yükümlü taşınmaz denir. TMK 779. Maddede taşınmaz lehine irtifak hakkı, “Taşınmaz lehine irtifak hakkı, bir taşınmaz üzerinde diğer bir taşınmaz lehine konulmuş bir yük olup, yüklü taşınmazın malikini mülkiyet hakkının sağladığı bazı yetkileri kullanmaktan kaçınmaya veya yararlanan taşınmaz malikinin yüklü taşınmazı belirli şekilde kullanmasına katlanmaya mecbur kılar.” şeklinde tanımlanmıştır. Taşınmazın el değiştirmesi, geçerli bir şekilde kurulmuş olan irtifak hakkı üzerinde bir tesir icra etmez. Bir taşınmaz üzerinde diğer taşınmaz lehine kurulmuş olan “geçit hakkı”, ayni bir irtifak hakkı niteliği taşır (TMK m.747, m.838).

Şahsi irtifak hakları, bir mal üzerinde kişiler lehine kurulur. Taşınırlar, taşınmazlar, haklar veya bir malvarlığı üzerinde kurulabilen ve hak sahibine konusu üzerinde tam yararlanma yetkisi veren “intifa hakkı” (TMK m.794) ya da bir binadan veya onun bir bölümünden konut olarak yararlanma yetkisini veren “oturma hakkı” (TMK m.823) şahsi irtifak haklarına örnek olarak verilebilir.

Karma irtifak hakları ise bir taşınmaz lehine veya belli bir kişi lehine kurulabilen irtifak haklarıdır. Başkasına ait bir arazinin altında (örneğin mahzen) veya üstünde (örneğin bina) inşaat yapma yetkisi veren “üst hakkı” (TMK m.726, m.826); başka birisinin taşınmazında çıkan sulardan yararlanma hakkı veren “kaynak hakkı” (TMK m.756, m.837) da karma irtifak hakları arasında yer alırlar.

Taşınmaz yükü, bir taşınmazın malikinin yalnız o taşınmazla sorumlu olmak üzere diğer bir kimseye bir şey vermek veya bir iş yapmakla yükümlü kılınmasıdır (TMK m.839).

Rehin hakları, güvence teşkil eden haklardır. Rehin hakkı sahibine, alacağını borçlusundan alamaması halinde rehin verilmiş olan şeyi sattırıp paraya çevirmek yoluyla alacağını tahsil etmek yetkisini veren bir sınırlı ayni haktır. Hakkın konusunu teşkil eden eşyanın taşınır veya taşınmaz olmasına göre rehin “taşınır rehni” (TMK m. 939 vd.) ve “taşınmaz rehni” (TMK m.850 vd.) olmak üzere ikiye ayrılır.

Taşınır rehninin türleri yoksa da taşınmaz rehninin üç türü vardır. Bunlar,

  • “ipotek”,
  • “ipotekli borç senedi” ve
  • “irat senedi”dir.

irtifak haklarıyla taşınmaz yükü ve taşınmaz rehni ancak taşınmazlar üzerinde kurulabilir ve tapu siciline tescil ile geçerlilik kazanabilir[6].

 

[1] TBK m. 26: “Taraflar bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler”.

[2] Saibe Oktay, İsimsiz Sözleşmelerin Geçerliliği, Yorumu Ve Boşlukların Tamamlanması, IHFM C. LV (1996), s. 263-267

[3] Oktay, s. 270

[4] Oktay, s. 276-277

[5] Haluk Tandoğan, Özel Borç İlişkileri, C. I, Ankara, 1990, s. 12, Oktay, s. 273-275

[6] Fikret Eren, Mülkiyet Hukuku, 4. B., Ankara 2016